28 Nisan 2012 Cumartesi

ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?







KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ

(Fotoğraf: 7 Eylül 1925 tarihinde; "Istanbul'da Sarıklıların Miktarı Azalıyor" başlığı ile yayınlanan "Cumhuriyet"
gazetesi.)
3 Şubat 1926'da yapılan son duruşmada Iskilipli Atıf Hoca ve Ali Rıza'nın idamlarına karar verildi. Diğer
sanıklardan olan Süleyman ise Fatih'te sofular ve Tabyanlılar şeyhiydi.[1]
Iskilipli Atıf Hoca davasında şahidlerin "bilahare" yani "sonradan" dinlenmesine karar verildi. Yani Hocanın
idamından "sonra" şahidlerin dinlenmesine karar veriliyor.
Böyle hukuk ucubesi, böyle bir saçmalık nerde görülmüş? Sadece M. Kemal'in rejiminde görebilirsiniz.
Hasankale Telgraf Müdürü Halit, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Salih, Yusuf Kenan onar, Saatçi Süleyman, Kamil
Paşaoğlu Muhlis on beşer sene küreğe; Muharip Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmet, Kara Sabri,
Emekli Yüzbaşı Ismail yedişer sene ve Fatih türbedarı Hasan beş sene hapse mahkûm oldular. Hoca Tahir,
Hacı Fettah'ın üç sene Adana'da; Hasan Fehmi'nin üç sene Isparta'da; Sami Muhsin, Sabuncuzade Mustafa
ve Zühdü'nün üç sene Istanbul'da sürgün bulunmalarına karar verildi. Diğer sanıklar beraat etiler. Idam
hükümleri ertesi sabah Meclis binasının önünde yerine getirildi.[2]
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları,
1981, sayfa 158.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
351;
Ve: Cumhuriyet gazetesi, 12 Mayıs 1926, sayfa 2.
[2] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993,
sayfa 356.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
352.











ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?


Bilirsiniz, M. Kemal Atatürk bir yerde halka şöyle demiş: "padişahlar gizli içerdi. Ben açık içiyorum."
Bu olayı, M. Kemal Atatürk'ün hizmetçisi Cemal Granda hatıratında şöyle anlatıyor:
"Moda koyundayız... Sıcak bir yaz akşamı. Büyük bir kalabalık çevremizi sarmış. Halk, Atatürk'ü yakından
görebilmek için toplanmış, birbirinin üstüne çıkıyor. Sakarya motorunu çağırdı:
- Rakı, şarap, ne varsa hepsini halka dağıt... Bana da bir şişe bırak. Dedi.
Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese dağıttım. Yarım bardak kadar rakı kaldı. O sırada
futbolcu Fazıl gelmişti. Kalanını da ona verdim. Çok sevindi:
- Gazi bize rakı verdi... Yaşasın be... Diye bağırmağa başladı. (...)"
Cemal Granda bu malumatı verdikten sonra, M. Kemal Atatürk'ün halka doğru kadehini kaldırarak şöyle
konuştuğunu yazıyor:
- Vatandaşlarım… Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerdi. Ben açık içiyorum.(...)"[1]
***
Kemalistler, M. Kemal Atatürk'ün bu davranışını takdir ediyorlar... Açık sözlüymüşte... Gizlisi saklısı
yokmuşta... Vs. diyorlar. Nefslerine hoş geliyor tabi. Ne var ki mesele bu kadar basit değil. M. Kemal
Atatürk'ün bu davranışı, milleti "ahlaksızlaştırmaktan" başka bir şey değildir.
Bir lider düşünün ki, kendi halkına rakı, şarap daha açık bir ifadeyle; "beyni uyuşturan, aklı örten" bir maddeyi
içmeye teşvik ediyor. Binbir türlü rezalete, örneğin tecavüz, cinayet vs. gibi şiddet olaylarına sebebiyet veren
bir şeyi millete dağıttırıyor.
Aslında olay bu kadarla da sınırlandırılamaz... Insanların yalnızca dünyasını değil, ahiretini de mahvetmektir
bu.
Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
Nur Suresi
19 - "İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de
acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz."
Kendisi bira fabrikası kurmuştu, acaba onun reklamını mı yapıyordu? "Ben para kazanayımda millet sarhoş,
ayyaş, serseri olmuş önemli değil" mantığı ile mi hareket ediyordu bilinmez.
Öte yandan, bazı Padişahlar şayet içki içiyordularsa; bunu "gizlemeleri" hem dünyevî, hemde uhrevî açıdan
bakıldığında doğrudur. Halkın dünya ve ahiret saadeti için bu pisliğe bulaşmasını önlemekle beraber, bir kul
olarak kendileri için günahlarını gizlemeleride zarurîdir.
Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı alenî işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli
Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin
Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah'ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî
işlemenin bir çeşididir." [Buharî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).]
Gördüğünüz gibi, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) beyanıyla sabittir ki, insan işlediği kötü bir
ameli alenîleştirmemelidir, aksi takdirde affa mazhar olamayacağı bildirilmiştir.
M. Kemal Atatürk, bir yandan halkı bu pisliği içmeye teşvik ederken, diğer yandan kendi günahını
alenîleştirmektedir.
Acaba M. Kemal Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz"
derken, "Türkiye Cumhuriyeti ayyaşlar, sarhoşlar, serseriler ve züppeler memleketi olacak" mı demek istedi?
Böyle bir nesil mi tasavvur ediyordu?
Neyse...
Bu arada, demek ki Kazım Karabekir Paşa'nın söyledikleri de doğruymuş... M. Kemal Atatürk'ün kendisine
şöyle dediğini yazmıştı hatıratında:
"Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi
zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul
edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.."[2]
Böyle birisi kesinlikle benim ATA'm olamaz. Biz, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla mükellefiz,
dolayısıyla kötülüğe teşvik edenler benim ATA'm olamaz.
Al-i Imran Suresi
110 - "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve
Allah'a inanırsınız.(...)"
Son olarak şu Ayeti yazalım:
Maide Suresi
90 - "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının
ki, kurtuluşa eresiniz."
***
Bu yazıyı okuduktan sonra altta bağlantısını vermiş olduğum videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim:

**********
KAYNAKLAR:
[1] Atatürk'ün uşağının gizli defteri, Turhan Gürkan, Istanbul 1971, Fer Yayınları, sayfa 186.
[2] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 83, 84








KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ


(Fotoğraf: Bir akrabasına yazdığı mektupta şapka [kemlistlere göre dolayısıyla rejim] aleyhinde ifadeleri
olduğu anlaşılan 9. Kolordu Muharebe Bölüğü'nden Mehmet Fahri'nin Istiklal Mahkemesi'ne sevki kararı.)
***
Zulüm devam ediyor... Askerin bile mektubu açılıp okunuyor ve "düşüncesi" dahi Istiklal Mahkemesine
sevkine neden oluyor. Ey Zalimler... Nerde demokrasi?? Nerde insan hakları?? Nerde düşünce özgürlüğü??
***
Dokuzuncu Kolordu Muharebe Bölüğü'nden Mehmet Fahri'nin akrabalarından birine yazdığı mektupta şapka
kanunu ile ilgili olarak hükümet ve rejim aleyhinde olduğu tespit edilmiş ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti'nin ilgisi
yazısı üzerine ve Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanılarak Bakanlar Kurulunca Istiklal Mahkemesine sevkine
karar verilmiştir.[1]
26 Kasım'da Maras'ta Üsküplü Ibrahim Hoca Camii Kebir etrafında topladığı bazı kimselerle "şapka
istemeyiz" diye bağırarak hükümet aleyhine bir gösteri düzenledi. Bu olay gazetelerde "Yeni bir irtica olayı"
olarak duyuruldu. Olaylar sırasında Maraş'ta Camii Kebir'in tam karşısındaki Halk Fırkası (CHP) binasında
misafir olarak bulunan "Cumhuriyet" gazetesi muhabirinin anlatımına göre;
"Cuma namazından sonra, `Müslümanlar ne duruyorsunuz? Müslümanlık gidiyor, Allah Allah, Lailaheillallah!´
sözleriyle bir hareketlilik başlatıldı."[2]
Bunlar kısmen mahalli mahkemelere sevk edilirken, bir kısmı da Ankara Istiklal Mahkemesine gönderildi.[3]
Rize ayaklanmasını soruşturmak üzere bu şehre gelen Istiklal Mahkemesi, 11 Aralık'ta çalışmalarına başladı.
12–13 Aralık'ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda[4] 8'i idama, 14'ü on beşer, 22'si onar, 19'u beşer
sene hapse mahkûm edildi.[5]
Giresun da ise, diğer şehirlerdekine benzer olaylar oldu.[6]
Iskilipli Atıf Hoca da "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalesinin ayaklanmalarda rolü olduğu gerekçesiyle
yargılandı.[7]
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 017.89.5.
Belge için Fotoğraf'a bakınız.
[2] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1925, sayfa 1.
[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler, 1924–1930, Ankara, 1972, sayfa 157.
Ve: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları,
1981, sayfa 153.
[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 346.
[5] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret
Yayınları, 1993, sayfa 150.
[6] Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.
[7] Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 15 Aralık 1925.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret
Yayınları, 1993, sayfa 149.






ACABA MÜSLÜMANLIĞI BİR YANA BIRAKMAK NE ANLAM İHTİVA EDEBİLİR Kİ!


Müslümanlığı bir yana bırakmak ne demek ? - M. Kemal Nutuk'ta ne
demek istedi?
Fotoğraf'ta gördüğünüz gibi M. Kemal Nutuk'ta, "Müslümanlığın bir yana bırakılmasından" bahsediyor.
M. Kemal Atatürk şöyle diyor:
"Efendiler, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşüncede yükselip olgunlaşması, Hristiyanlığı, Müslümanlığı,
Budizmi bir yana bırakarak basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak duruma getirilmiş saf ve lekesiz bir
dünya dininin kurulması ve insanların, şimdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve iştahlar arasında bir
sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen zararlı tohumları
yok etmeye karar vermesi gibi şartların gerçekleşmesini gerektiren «birleşik bir dünya devleti» kurma
hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz."
***
Müslümanlığı bir yana bırakmak Kuran'a ve Sünnet'e uygun mu? Var mı böyle bir Ayet veya bir Hadis-i Şerif?
Ben bilmiyorum...
Fakat tam tersini ifade eden bir Ayet'in olduğunu biliyoruz... Buraya ekliyorum:
Maide Suresi
49 - "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından
seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüzçevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları
sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır."
**********
Cenab-ı Hakk, "bir kısmından" bile sapılmaması gerektiğini beyan ediyor.
M. Kemal bir de "kaba istekler" ve "çirkefliklerden" ve "zekaları zehirleyen zararlı tohumlardan" bahsediyor...
Sanki Islam, çirkeflik ve kaba istekleri mübah görüyor? Sanki Islam, (haşa) zekaları zehirleyen zararlı
tohumlar ekiyor.
Yani kısaca, bütün bu olumsuzlukları Islam'a ve diğer batıl dinlere bağlıyor. Başka bir açıklaması var mı?
Ayrıca, "saf ve lekesiz bir dünya dini oluşturalım" diyor. Islam, saf ve lekesiz değil mi? Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) haşa başaramamışta, M. Kemal ve zihniyeti mi başaracak?
Birde dikkat ettiyseniz, hristiyanlığın, müslümanlığın ve budizmin bir yana bırakılmasından bahsediliyor,
ancak "yahudiliğin" bir yana bırakılması hakkında bir bilgi "nedense" yok. Bu size bir ip ucu veriyor mu?
Yine mi Yahudilere, masonlara ve siyonistlere hizmet edecek bir proje?
**********
KAYNAK: Nutuk;
Bölüm 14: Lozan Barış Konferansı ve Saltanatın Kaldırılmasına İlişkin Gelişmeler, Hilafet Meselesi
Konu 24: Hilafet Konusunda Halkın Şüphe ve Endişesini Gidermek İçin Yaptığım Açıklamalar



KEMALİZM'İN ŞAPKA ZULMÜ
(75'lik dede, Şapka Kanunu'na muhalefetten gözaltına alındı) 


Batman Adliyesi'ne duruşmayı izlemek için gelen 75 yaşındaki Salih Boral, başındaki yerel sarık sebebiyle
başsavcının talimatıyla 'Şapka Kanunu'na muhalefetten' gözaltına alındı.
İşlemler için yaklaşık 5 saat karakol, sağlık ocağı ve adliye arasında gidip gelen 75'lik dede çıkarıldığı
mahkemece serbest bırakıldı. Gözaltı kararını veren Başsavcı Harun Yılmaz, sarık takmanın suç olduğunu
ileri sürerek, Boral'ı adliyede sarıkla dolaştığı için gözaltına aldırdığını kaydetti. Hukukçular ise Şapka
Kanunu'nun devlet memurları için geçerli olduğunu ve asıl şapka takmayan başsavcının suç işlediğini
açıkladı.
Batman'da 3 Mayıs 2004 günü Toptancılar Sitesi'nde 3 kişinin ölümü, 22 kişinin de yaralanmasıyla
sonuçlanan patlamada dükkânı zarar gören Salih Boral, site esnafınca TÜPRAŞ hakkında açılan davanın
duruşmasını izlemek üzere Batman Adliyesi'ne gitti. Duruşma bitiminde adliyeden ayrılmak üzere olan Boral,
neye uğradığını anlayamadan polis tarafından gözaltına alındı. Başsavcı Harun Yılmaz'ın talimatı üzerine
yakalanan ve hakkında Şapka Kanunu'na muhalefetten hazırlık soruşturması başlatılan Boral'ın sarığına
mahkemece el konuldu. Bir buçuk metre uzunluğundaki sarık suç delili olarak zabıtlara geçti. Hakkında
hazırlık dosyası oluşturulan Boral ile ilgili dava açılıp açılmayacağına nöbetçi savcılık karar verecek.
Duruşma salonunda ve adliye koridorlarında sarığının cebinde olduğunu söyleyen Boral, olayın kendisini çok
üzdüğünü söyledi. Adliye polisinin uyarısı üzerine sarığını cebine koyduğunu ve duruşma sonuna kadar
çıkartmadığını dile getiren Boral, başına gelenleri, "İçeri girerken bir polis beni uyardı. Polisin uyarısı üzerine
sarığımı cebime koydum. Duruşma bitiminde bahçeye çıktık. Basın mensupları diğer arkadaşlara bir şeyler
soruyordu. Fotoğraf çektik, daha sonra bahçede sarığımı taktım, adliyeden çıkmaya hazırlanırken, bir polis
geldi `Amca bizimle geleceksin.´ dedi." cümleleriyle anlattı.
"(...) Polislerin beni suçlu gibi götürüp getirmesine çok şaşırdım ve üzüldüm. Yaşadığım heyecan nedeniyle
tansiyonum 18'e kadar çıktı. Herkes üzüldü, beni götüren polislerden biri bile `Amca benim de babam böyle
sarık takıyor. Üzülüyoruz; ama ne yapalım elimizde bir şey yok.´ dediler. Bu nasıl bir uygulama
anlayamadık." (...)
**********
KAYNAK: Zaman gazetesi, "75'lik dede, Şapka Kanunu'na muhalefetten gözaltına alındı", 8 Mart 2005




ATATÜRK TARAFINDAN Prof. Dr. Afet İNAN'A YAZDIRILAN "MEDENİ BİLGİLER" KİTABINDAN


Bakmadan önce okuyunuz: Muhalif olacak arkadaşlar ve inanamayan arkadaşlar için, bu raporların M. Kemal
Paşa'ya ait olduğunun resmi devlet raporunun bulunduğunu ve Afet Inan'ın "Medeni Bilgiler" adlı eserinde de
mahfuz olduğunu hatırlatmak isteriz. Aynı zamanda Doğu Perinçek de, 2000'e Doğru dergisinde
yayınlamıştır. Yani kimse "bunlar uydurma" demesin! Ayrıca, "o olmasaydı" ile başlayıp ".....olurdu" ile biten
cümleler de kurmayınız. Zira bu, vaki olmasını derpiş ettiğiniz durumu, kendi eşrafınıza olan
güvensizliğinizden kaynaklandığını gösterir







KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ


(Fotoğraf: Kayseri'de Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymemek için istifa eden Hacı
Abdullah ve üç arkadaşının Ankara Istiklal Mahkemesi'ne sevki kararı. 2. dipnot: [2])
22 Kasım'da Kayseri'de halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört sarıklı arkadaşının
yönlendirmesiyle yapılan yürüyüşten sonra 300 sarıklı tutuklandı.[1] Şapka kanunu "çıkmadan bir gün önce"
Şeyh Ahmet Efendi ve arkadaşları 25 Kasım'da Istiklal Mahkemesinin şehre gelmesiyle yargılanmaya
başlanmıştır.
Mahkeme, Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymek istemediği için istifa ettiği iddia edilen
Hacı Abdullah ve 3 arkadaşının muhakemesine Ankara'da devam edilmesine karar verdi.[2] Muhakeme
sonucunda Şeyh Efendi ve dört arkadaşının idam edilmesine karar verildi.
(KANUNDAN "ÖNCE" TUTUKLANIYORLAR VE IDAM EDILIYORLAR. KANUN ÇIKMAZDAN EVVEL
GERIYE DÖNÜK EYLEMLER SUÇ SAYILAMAZ, BU BIR HUKUK KAIDESIDIR... AMA IDAM
EDILIYORLAR.)
"Şapka Iktisası Hakkında Kanun'un TBMM'den çıktığı gün Erzurum'da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka
giyilmesine, tekkelerin kapatılmasına karşı Vali'nin evi önünde; "Biz gâvur memur istemeyiz" diye bağırarak
yaptıkları gösteri ile Erzurum'da ilk olaylar patlak verdi. Göstericiler silah zoruyla dağıtıldı. Ilk iş olarak da
gösteriye ön ayak oldukları anlaşılan 27 kişi tutuklandı.[3]
Bu olay üzerine M. Kemal ve adamlarının borazanlığını yapan Cumhuriyet gazetesi şunları yazdı:
"Erzurum'da bir iki softa, birkaç serseri inkılâbımızın ifadesi olan Türkiyat-ı Içtimaiyemize karşı nümayişe
(gösteriş) sevk etmiş. Devlet görevlilerini (Valileri), gâvur kabul etmişlerdir. Bu inkılâplar vücut bulacak
değildir, vücut bulmuştur. Erzurum'da nümayişin yapıldığı gün TBMM'den şapkanın mecburiyeti hakkındaki
kanunun çıkmış olması kadar kudret-i inkılâp ifade eyleyecek bir hadise olamaz. Önümüzdeki hadise bir
irtica hadisesidir."[4]
M. Kemal'in dönemi, okullarda anlatıldığı gibi "günlük gülistanlık" değilmiş meğer... Bir şapka uğruna ne
ocaklar sönmüş.
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Cumhuriyet gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars Istiklal Mahkemeleri. Ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
343.
Ve: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara: 1972., sayfa 157.
Ve: Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve Iktidar 1, Ikinci baskı, Ankara Nehir Yayınları, 1991,
sayfa 145.
[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 16.71.4. **Bakınız: Fotoğraf**
Ayrıca bakınız: Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri 1923–1927, Ankara 1982, sayfa 304–305.
[3] Türk Ili gazetesi, 26 Kasım 1925, sayfa 1.
- Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30 Kasım 1925.
Ayrıca bakınız: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara
Yurt Yayınları, 1981, sayfa 152.
Ve: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930, Ankara 1972, sayfa 156.
Ve: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, 1998, sayfa 343.
[4] Cumhuriyet gazetesi, 27 Kasım 1925.


ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?