28 Şubat 2015 Cumartesi

İbni Teymiyenin Selefileri şok eden sözleri

   İtikadi aşırılıkları ve azgınlıkları, Müslümanları tekfir edici yaklaşımları sebebiyle tüm dünyada tepkiyle karşılanıp, temkinle yaklaşılan vehhabi selefiler (işlerine gelince) İbn-i Teymiyye’nin yolundan gittiklerini söylerler. Ancak İbn-i Teymiyye’nin söylemlerine baktığınız zaman görürsünüz ki bu sefiller, O’na da ihanet ediyor ve sadece suistimal ediyorlar. İşte sufiesintiler.com’da İbn-i Teymiyye’ye ait eserlerden alıntılanan o sözler:
   1. Bütün mahlûkat Muhammed Mustafa (SALLALLAHU aleyhi vesellem) hürmetine yaratılmıştır.
   Ibn-i Teymiyye Mevlâ’nin mahlukatı yaratmasından bahsettikten sonra Peygamber Efendimiz Sallalla…hu aleyhi ve sellem’den bahsediyor ve onu methettikten sonra diyor ki : « Ve söyle dense inkâr edilemez : (mahlukatın) Hepsi onun hürmetine (ecline) yaratıldı ve O olmasaydı yaratılmazdı. » (1)
   2. Mevlidi kutlamakta büyük ecir vardır.
   Ibn-i Teymiyye diyor ki « Mevlide tazim etmek ve onu bir bayram (mevsim) kabul etmek: bunu bazı insanlar yapıyorlar. Ve bu iste büyük ecir vardır. Güzel maksadına binâen. Ve Allah Resûlüne Sallalahu aleyhi veselleme tazim olduğu için. » (2)
   3. Salih insanlar bu âlemde meleklerden dahi çok tasarruf ve tedbir sahibidirler.
   İbn-i Teymiyye’ye yöneltilen soruda âdemi (yani insan) olan ulemâ’nın birçok hususiyetleri olduğu söyleniyor, bunların arasında yaratılmışlara fayda verme, âlemin yönetimi (tedbiri) ve insanların rızkının onların sebebiyle geldiğini ve bunun gibi meleklerin evsafından olan hususiyetler zikrediliyor.
   Ibn-i Teymiyye cevap veriyor « Salih insanlar böyle şeylere sahiptirler, hatta daha fazlasına sahiptirler. » sonra şefaatten bahsediyor. Bu konuda önemli aslında, zira Peygamber olmayanların şefaatleri hakkında hadis zikr ediyor. Ve daha da acayibi su kelimeleri zikrediyor : « Aktâb », « Evtâd », « Agvâs », « Ebdâl », « Nucebâ » ! (3)
   4. Bazı ölüler kabirlerinde azap olunurken görülür, sesleri işitilir ve kabir azabındaki haller gözükebilir.
   Ibn-i Teymiyye burada kabir ehlinin bazı görünen hallerini aktarıyor ve birçok kişi kabir azabına duçâr insanin sesini duydu vs. diyor. (4)
   5. Fenâ hâli tevhîdin hakikatidir.
   Burada Ibn-i Teymiyye tamamen sûfî ıstılahını kullanıp Fenâ halini anlatıyor, üç kısma ayrıldığını anlatıyor ve manayı verdikten sonra diyor ki : « bu ise Allâh’ın Resulüyle gönderdiği tevhit ve ihlâsın hakikatidir ». Vs… (5)
6. Ibn-i Teymiyye Levh-i Mahfuzdaki yazıdan haberdar.
   Ibn-i Kayyim El Cevziyye burada hocası Ibn-i Teymiyye’nin çok feraset sahibi olduğunu anlatıyor ve buna iki misal getiriyor. Birincisinde Tatarların Sam’a saldıracaklarını önceden haber veriyor. Ve dediği gibi oluyor. Ama en önemlisi ikinci misal. Burada Ibn-i Teymiyye Tatarların kesinlikle maglub olacaklarını, Müslümanların muzaffer olacaklarını anlatıyor. Ve bu konuda 70’den fazla yemin ediyor. Ona diyorlar ki : « Insaallâh de ! » O da cevap veriyor : « Tahkik için insaAllâh diyeyim ama buna bağlamıyorum » yani kesin olacağını biliyorum. Ve öğrencisi diyor ki : sonra söyle dedi : « Beni zorladıklarında dedim ki : çok konuşmayın, Allâh Levh-i Mahfuz’da onların bu toprakta mağlup olacaklarını yazdı ! ».
Ve dediği gibi oluyor. Ibn-i Kayyim bu tür ferasetlerin hocasında yağmur kadar çok olduğunu anlatıyor. (6)
Bu sözü bir Sûfî dese ne der bu azgın selefiler?
7. Sekr hâlindeki evliyâ söyledikleri sözler konusunda mâzurdur.
   Burada Ibn-i Teymiyye Sekr, yani manevi sarhoşluk halini anlatıyor. Ve bazı büyüklerin bu halde iken söyledikleri Şeriat dışı sözlerinden bahsediyor ve bunlara günah olmadığını söylüyor ve diyor ki : « Bu kişiler hakkında söyle hükmedilir: kisinin akli haram olmayan bir şeyden gittiyse, o zaman ondan sudur eden yasak sözlerden ve fiillerden sorumlulukları yoktur. (7)
8. Tasavvuf ve Sûfîler hakkındaki tutumu.
   Burada Ibn-i Teymiyye bir grubun Tasavvuf ve Sufileri zemm ettiğini anlatıyor. Onları sünnetten ayrılmış bidatçi saydıklarını söylüyor. Başka bir grup ise bunları çok övmüş. Mahlûkatta onlardan iyisi yok demişler. Bu iki grup da yanlıştadır diyor. Ve devam ediyor « Doğru olan sudur ki, onlar (sufiler) Allâh’in teatinde (ibadetinde) çok gayret ediyorlar. » Sonra da başka gruplarda da bu konuda gayret edenlerin olduğunu söylüyor. Ve Sufiler arasında mukarreblerin olduğunu, muktesitlerin olduğunu (bunlar eshâb-i yemindendir diyor), ictihad yapıp hata edenlerin olduğunu ve son olarak nefislerine zülm edenlerin olduğunu anlatıyor. (8)
   Bugünkü Sapık Vehhabiler bu konuda ne diyorlar acaba? Tasavvuf deyince ağızlarından çıkan kelimeler hep ayni : Hurafe, Sirk, Müşrik, Müptedi’, Istigase, Tevessül, Haram, Bid’at, Tılsım, Hurafe vs… Baş rehberleri Ibn-i Teymiyye’nin anlattığı ilk gruba dahil olmuyorlar mı ?
9. Ibn-i Teymiyye Sûfilerin mezarlığına gömüldü.
   Bu kitapta Ibn-i Teymiyye’nin hayati anlatılıyor. Burada ölümünden bahsediliyor, kılınan 4 cenaze namazından bahsediliyor ve sonunda çok kalabalık insanların başları ve elleri üzerinde cenazesinin Sufiyye’nin Kabristanlığına götürüldüğü ve orada defn edildiği anlatılıyor. (9)


Kabir Ehlinin olağan üstü halleri
   İbn-i Teymiyye : ”Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerinde görünen kerametler harikulade olaylarda bu şekilde değerlendirilir. Mesela o kabre meleklerin ya da nurun inmesi, şeytanların ve hayvanların o kabre yaklaşmaması, o kabrin ve çevresindekilerin yangından korunması, o kabre komşu olan diğer bazı Mevtaların ŞEFAATE nail olması, bazı kimselerin o kabirlerin yanına defolunmayı istemeleri, o kabirlerin yanında bir dostluk ve huzur arayanlar, o kabirleri aşağılayanlara azap gelmesi gibi birçok hadise HAKİKATTİR.
   Bunlar bizim ifade etmeye çalıştığımız mananın haricindedir. ALLAH’IN Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerine verdiği hürmet ve değer, oraya indirdiği rahmet, insanların birçoklarının vehmettiklerinden çok daha fazladır. Fakat burası, bunları izah etmeye mümkün değildir. (10)
Şeyh İbn-i Teymiyye Fetava’l Kübra adlı eserinde kendisine sorulan    ”Peygamberimizle Tevessül etmek caiz midir” sorusuna cevabında şöyle demektedir:
   ”ALLAH’A hamd olsun! Peygamberimize imanla ,onu sevmekle,ona itaat etmekle,ona selatu selam getirmekle,onun kendi yaptığı ya da nasıl yapmamız gerektiğini bize anlattığı her türlü yolla tevessül edilebilir.O,bir kimseye Şefaat eder veya dua ederse o kimsenin bu Şefaat ve duayla tevessül etmesi bütün Müslümanların ittifakıyla caizdir!!!
İbn-i Teymiyye göre tevessülün şartları
İbn-i Teymiyye ”Kaidetün Celile fi’t-Tevessül ve’l Vesileadlı eserinde :
”Ey iman edenler ALLAHtan korkun ve ona vesile arayın” ayeti kerimesi üzerine konuşurken s:5 şunları söyler :
   ”Vesile aramak ilk önce ALLAH’A iman ve peygambere ittiba tevessülünü ifşa etmiş kimseler için söz konusu olabilir. Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellemin hayatında ya da vefatından sonra iman ve itaat ile tevessül etmek, gizli açık her yerde ve herkese farzdır. Deliller göstermektedir ki, hiç kimse her hangi bir mazeret ileri sürerek,bu iman ve itaat tevessülünden beri olamaz.
   ALLAH’IN rahmetine giden ve azabından koruyacak olan iman ve itaat tevessülünden başka çare yoktur. Nebi SALLAHu aleyhi vesellem tüm mahlukatın Şefaatçisi, gelmiş geçmiş herkesin gıpta etmiş olduğu Makamı Mahmud’un sahibi,Şefaat yetkisi olanların makamı ALLAH katında olanların en yüce olanıdır.
   Fakat onunla tevessül etmek, ancak ALLAH Resulünün Şefaat edip dua ettiği kimseler için söz konusu olabilir. Yani Peygamberimiz her kime dua etmiş ve Şefaat etmişse ancak o kimse, onun şefaat ve duasıyla tevessül etme hakkına sahiptir. Ashabı kiramın Onun SALLAHu aleyhi vesellem şefaat ve duasıyla tevessül etmesi ile kıyamet gününde herkesin tevessül etme arzusu bu yüzdendir..” (11)
   Şeyh İbn-i Teymiyye, Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellem’in hayatında yâda vefat etmiş, yanımızda yada gıyabında olması arasında bir fark olduğunu belirtmeksizin onunla tevessül etmenin caiz olduğunu söyler. Bu görüşlerini de Ahmed Bin Hanbel’e ve İz bin Abdusselamın Fetava’l Kübra adlı eserinde söylediklerine dayandırır.
   İbn-i teymiyye şunları söyler : ”Peygamberimizle tevessül etmenin caiz olduğu,tirmizinin rivayet edip SAHİH kabul ettiği hadisten de anlaşılmaktadır. ALLAH Resulü bir adama şöyle bir dua öğretmiştir: ALLAHım! Rahmet Peygamberi Muhammedi sana vesile kılıyor ve senden istiyorum. Ya Muhammed! Ben ihtiyacımı gidersin diye seni Rabbime vesile ediyorum. ALLAHım onu bana Şefaatçi kıl” (12)


Teberrük hususunda

   İbn-i Teymiyyenin teberrük hususunda ona bu soru sual edildiğinde :
‘Bir kimsenin ”Ben falan adamın bereketi için bunu yapıyorum” ya da ”O buraya geldiğinden beri bir bereket hâsıl oldu” gibi ifadeler kullanması bir açıdan doğru bir açıdan yanlıştır. Bu sözler ”Bu zat bizi doğru yola ulaştırmış, bize hakkı ögretmiş, iyiliği emretmiş ve kötülükten sakındırmıştır. Ona tabi olmak ve sözünü dinlemenin bereketiyle hayırlı şey hâsıl olmuştur.” anlamında kullanılıyorsa, Medine ehlinin Nebi geldikten sonra iman ve itaat edip bereketlenmeleri gibi anlaşılır ki, o zaman bu söz doğrudur. (13)
   Sahabe bu vesileyle, dünya ve ahiret saadetine nail olarak büyük bir bereket elde etmiştir.Bu açıdan her Müminin ona iman ve itaat etmesiyle dünya ve ahiretin iyiliklerinden yanlız ALLAHın bildiği nicelerini kast ederek Resulün bereketiyle bereketlendiklerini söyleyebiliriz.
Eğer bu sözlerle ”Onun duası ve salih bir insan olması vesilesiyle ALLAH bizden şerri defetmiş, bize rızık ve yardım etmiştir” anlamı kastedilmekte ise,aynı diğer mana gibi buda doğrudur.
Nebi sALLAHu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi : ”Sizler ancak içinizdeki zayıfların duaları,namazları ve ihlasları sebebiyle yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” Kafir ve facirlere gelecek azap, aralarında bulunan azabı hak etmeyen müminler yüzünden çevrilebilir.
   ALLAHın veli ve Salih kullarının bereketinden, insanları ALLAH’a itaate davet etmeleri ile onlara faydalı olmaları, insanlara dua etmeleri ve onlar sebebiyle oraya inen rahmet ile def edilen azap kast ediliyorsa, evet böyle bir şey doğrudur. Birisi bereketle bunu kast ediyorsa doğru söylemiş olur ve bu bir hakikattir.
Bu söz batıl ve yanlış bir anlamda da kullanılabilir.Şöyle ki : Eğer bir beldenin ehli ALLAHa itaat etmese de o belde de meftun bulunan falan kişi yüzünden Allah’ın onları gözettiğine inanıyor ve mahlukatı ALLAH’a ortak koşuyorsa bu büyük bir cehalettir. (14)
Kaynakça;
1- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 97:
2- Iktidâ-üs Sirât-il Mustekîm, sayfa 297 :
3- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 4 sayfa 379 :
4- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 5 sayfa 525 :
5- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 2 sayfa 370 :
6- Medâric-üs Sâlikîn, C. 2 sayfa 489 (Ibn-i Kayyim el Cevziyye)
7- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 10 sayfa 340 :
8- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 18:
9- El ‘Ukûd-üd Duriye min Menâkib-i Ibn-i Teymiyye, sayfa 378 :
10- İbn-i Teymiyye ”İktizau’s Sıratıl Müstakim” s:374
11- Mefahim’den

KAYNAK SİTE : http://www.ihvanlar.net/2015/01/14/ibni-teymiyenin-selefileri-sok-eden-sozleri/

28 Nisan 2012 Cumartesi

ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?







KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ

(Fotoğraf: 7 Eylül 1925 tarihinde; "Istanbul'da Sarıklıların Miktarı Azalıyor" başlığı ile yayınlanan "Cumhuriyet"
gazetesi.)
3 Şubat 1926'da yapılan son duruşmada Iskilipli Atıf Hoca ve Ali Rıza'nın idamlarına karar verildi. Diğer
sanıklardan olan Süleyman ise Fatih'te sofular ve Tabyanlılar şeyhiydi.[1]
Iskilipli Atıf Hoca davasında şahidlerin "bilahare" yani "sonradan" dinlenmesine karar verildi. Yani Hocanın
idamından "sonra" şahidlerin dinlenmesine karar veriliyor.
Böyle hukuk ucubesi, böyle bir saçmalık nerde görülmüş? Sadece M. Kemal'in rejiminde görebilirsiniz.
Hasankale Telgraf Müdürü Halit, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Salih, Yusuf Kenan onar, Saatçi Süleyman, Kamil
Paşaoğlu Muhlis on beşer sene küreğe; Muharip Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmet, Kara Sabri,
Emekli Yüzbaşı Ismail yedişer sene ve Fatih türbedarı Hasan beş sene hapse mahkûm oldular. Hoca Tahir,
Hacı Fettah'ın üç sene Adana'da; Hasan Fehmi'nin üç sene Isparta'da; Sami Muhsin, Sabuncuzade Mustafa
ve Zühdü'nün üç sene Istanbul'da sürgün bulunmalarına karar verildi. Diğer sanıklar beraat etiler. Idam
hükümleri ertesi sabah Meclis binasının önünde yerine getirildi.[2]
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları,
1981, sayfa 158.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
351;
Ve: Cumhuriyet gazetesi, 12 Mayıs 1926, sayfa 2.
[2] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993,
sayfa 356.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
352.











ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?


Bilirsiniz, M. Kemal Atatürk bir yerde halka şöyle demiş: "padişahlar gizli içerdi. Ben açık içiyorum."
Bu olayı, M. Kemal Atatürk'ün hizmetçisi Cemal Granda hatıratında şöyle anlatıyor:
"Moda koyundayız... Sıcak bir yaz akşamı. Büyük bir kalabalık çevremizi sarmış. Halk, Atatürk'ü yakından
görebilmek için toplanmış, birbirinin üstüne çıkıyor. Sakarya motorunu çağırdı:
- Rakı, şarap, ne varsa hepsini halka dağıt... Bana da bir şişe bırak. Dedi.
Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese dağıttım. Yarım bardak kadar rakı kaldı. O sırada
futbolcu Fazıl gelmişti. Kalanını da ona verdim. Çok sevindi:
- Gazi bize rakı verdi... Yaşasın be... Diye bağırmağa başladı. (...)"
Cemal Granda bu malumatı verdikten sonra, M. Kemal Atatürk'ün halka doğru kadehini kaldırarak şöyle
konuştuğunu yazıyor:
- Vatandaşlarım… Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerdi. Ben açık içiyorum.(...)"[1]
***
Kemalistler, M. Kemal Atatürk'ün bu davranışını takdir ediyorlar... Açık sözlüymüşte... Gizlisi saklısı
yokmuşta... Vs. diyorlar. Nefslerine hoş geliyor tabi. Ne var ki mesele bu kadar basit değil. M. Kemal
Atatürk'ün bu davranışı, milleti "ahlaksızlaştırmaktan" başka bir şey değildir.
Bir lider düşünün ki, kendi halkına rakı, şarap daha açık bir ifadeyle; "beyni uyuşturan, aklı örten" bir maddeyi
içmeye teşvik ediyor. Binbir türlü rezalete, örneğin tecavüz, cinayet vs. gibi şiddet olaylarına sebebiyet veren
bir şeyi millete dağıttırıyor.
Aslında olay bu kadarla da sınırlandırılamaz... Insanların yalnızca dünyasını değil, ahiretini de mahvetmektir
bu.
Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
Nur Suresi
19 - "İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de
acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz."
Kendisi bira fabrikası kurmuştu, acaba onun reklamını mı yapıyordu? "Ben para kazanayımda millet sarhoş,
ayyaş, serseri olmuş önemli değil" mantığı ile mi hareket ediyordu bilinmez.
Öte yandan, bazı Padişahlar şayet içki içiyordularsa; bunu "gizlemeleri" hem dünyevî, hemde uhrevî açıdan
bakıldığında doğrudur. Halkın dünya ve ahiret saadeti için bu pisliğe bulaşmasını önlemekle beraber, bir kul
olarak kendileri için günahlarını gizlemeleride zarurîdir.
Nitekim Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı alenî işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli
Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin
Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah'ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî
işlemenin bir çeşididir." [Buharî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).]
Gördüğünüz gibi, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) beyanıyla sabittir ki, insan işlediği kötü bir
ameli alenîleştirmemelidir, aksi takdirde affa mazhar olamayacağı bildirilmiştir.
M. Kemal Atatürk, bir yandan halkı bu pisliği içmeye teşvik ederken, diğer yandan kendi günahını
alenîleştirmektedir.
Acaba M. Kemal Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz"
derken, "Türkiye Cumhuriyeti ayyaşlar, sarhoşlar, serseriler ve züppeler memleketi olacak" mı demek istedi?
Böyle bir nesil mi tasavvur ediyordu?
Neyse...
Bu arada, demek ki Kazım Karabekir Paşa'nın söyledikleri de doğruymuş... M. Kemal Atatürk'ün kendisine
şöyle dediğini yazmıştı hatıratında:
"Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi
zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul
edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.."[2]
Böyle birisi kesinlikle benim ATA'm olamaz. Biz, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla mükellefiz,
dolayısıyla kötülüğe teşvik edenler benim ATA'm olamaz.
Al-i Imran Suresi
110 - "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve
Allah'a inanırsınız.(...)"
Son olarak şu Ayeti yazalım:
Maide Suresi
90 - "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının
ki, kurtuluşa eresiniz."
***
Bu yazıyı okuduktan sonra altta bağlantısını vermiş olduğum videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim:

**********
KAYNAKLAR:
[1] Atatürk'ün uşağının gizli defteri, Turhan Gürkan, Istanbul 1971, Fer Yayınları, sayfa 186.
[2] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 83, 84








KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ


(Fotoğraf: Bir akrabasına yazdığı mektupta şapka [kemlistlere göre dolayısıyla rejim] aleyhinde ifadeleri
olduğu anlaşılan 9. Kolordu Muharebe Bölüğü'nden Mehmet Fahri'nin Istiklal Mahkemesi'ne sevki kararı.)
***
Zulüm devam ediyor... Askerin bile mektubu açılıp okunuyor ve "düşüncesi" dahi Istiklal Mahkemesine
sevkine neden oluyor. Ey Zalimler... Nerde demokrasi?? Nerde insan hakları?? Nerde düşünce özgürlüğü??
***
Dokuzuncu Kolordu Muharebe Bölüğü'nden Mehmet Fahri'nin akrabalarından birine yazdığı mektupta şapka
kanunu ile ilgili olarak hükümet ve rejim aleyhinde olduğu tespit edilmiş ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti'nin ilgisi
yazısı üzerine ve Takrir-i Sükûn Kanunu'na dayanılarak Bakanlar Kurulunca Istiklal Mahkemesine sevkine
karar verilmiştir.[1]
26 Kasım'da Maras'ta Üsküplü Ibrahim Hoca Camii Kebir etrafında topladığı bazı kimselerle "şapka
istemeyiz" diye bağırarak hükümet aleyhine bir gösteri düzenledi. Bu olay gazetelerde "Yeni bir irtica olayı"
olarak duyuruldu. Olaylar sırasında Maraş'ta Camii Kebir'in tam karşısındaki Halk Fırkası (CHP) binasında
misafir olarak bulunan "Cumhuriyet" gazetesi muhabirinin anlatımına göre;
"Cuma namazından sonra, `Müslümanlar ne duruyorsunuz? Müslümanlık gidiyor, Allah Allah, Lailaheillallah!´
sözleriyle bir hareketlilik başlatıldı."[2]
Bunlar kısmen mahalli mahkemelere sevk edilirken, bir kısmı da Ankara Istiklal Mahkemesine gönderildi.[3]
Rize ayaklanmasını soruşturmak üzere bu şehre gelen Istiklal Mahkemesi, 11 Aralık'ta çalışmalarına başladı.
12–13 Aralık'ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda[4] 8'i idama, 14'ü on beşer, 22'si onar, 19'u beşer
sene hapse mahkûm edildi.[5]
Giresun da ise, diğer şehirlerdekine benzer olaylar oldu.[6]
Iskilipli Atıf Hoca da "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalesinin ayaklanmalarda rolü olduğu gerekçesiyle
yargılandı.[7]
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 017.89.5.
Belge için Fotoğraf'a bakınız.
[2] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1925, sayfa 1.
[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler, 1924–1930, Ankara, 1972, sayfa 157.
Ve: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları,
1981, sayfa 153.
[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 346.
[5] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret
Yayınları, 1993, sayfa 150.
[6] Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.
[7] Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 15 Aralık 1925.
Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret
Yayınları, 1993, sayfa 149.






ACABA MÜSLÜMANLIĞI BİR YANA BIRAKMAK NE ANLAM İHTİVA EDEBİLİR Kİ!


Müslümanlığı bir yana bırakmak ne demek ? - M. Kemal Nutuk'ta ne
demek istedi?
Fotoğraf'ta gördüğünüz gibi M. Kemal Nutuk'ta, "Müslümanlığın bir yana bırakılmasından" bahsediyor.
M. Kemal Atatürk şöyle diyor:
"Efendiler, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşüncede yükselip olgunlaşması, Hristiyanlığı, Müslümanlığı,
Budizmi bir yana bırakarak basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak duruma getirilmiş saf ve lekesiz bir
dünya dininin kurulması ve insanların, şimdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve iştahlar arasında bir
sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen zararlı tohumları
yok etmeye karar vermesi gibi şartların gerçekleşmesini gerektiren «birleşik bir dünya devleti» kurma
hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz."
***
Müslümanlığı bir yana bırakmak Kuran'a ve Sünnet'e uygun mu? Var mı böyle bir Ayet veya bir Hadis-i Şerif?
Ben bilmiyorum...
Fakat tam tersini ifade eden bir Ayet'in olduğunu biliyoruz... Buraya ekliyorum:
Maide Suresi
49 - "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından
seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüzçevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları
sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır."
**********
Cenab-ı Hakk, "bir kısmından" bile sapılmaması gerektiğini beyan ediyor.
M. Kemal bir de "kaba istekler" ve "çirkefliklerden" ve "zekaları zehirleyen zararlı tohumlardan" bahsediyor...
Sanki Islam, çirkeflik ve kaba istekleri mübah görüyor? Sanki Islam, (haşa) zekaları zehirleyen zararlı
tohumlar ekiyor.
Yani kısaca, bütün bu olumsuzlukları Islam'a ve diğer batıl dinlere bağlıyor. Başka bir açıklaması var mı?
Ayrıca, "saf ve lekesiz bir dünya dini oluşturalım" diyor. Islam, saf ve lekesiz değil mi? Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) haşa başaramamışta, M. Kemal ve zihniyeti mi başaracak?
Birde dikkat ettiyseniz, hristiyanlığın, müslümanlığın ve budizmin bir yana bırakılmasından bahsediliyor,
ancak "yahudiliğin" bir yana bırakılması hakkında bir bilgi "nedense" yok. Bu size bir ip ucu veriyor mu?
Yine mi Yahudilere, masonlara ve siyonistlere hizmet edecek bir proje?
**********
KAYNAK: Nutuk;
Bölüm 14: Lozan Barış Konferansı ve Saltanatın Kaldırılmasına İlişkin Gelişmeler, Hilafet Meselesi
Konu 24: Hilafet Konusunda Halkın Şüphe ve Endişesini Gidermek İçin Yaptığım Açıklamalar



KEMALİZM'İN ŞAPKA ZULMÜ
(75'lik dede, Şapka Kanunu'na muhalefetten gözaltına alındı) 


Batman Adliyesi'ne duruşmayı izlemek için gelen 75 yaşındaki Salih Boral, başındaki yerel sarık sebebiyle
başsavcının talimatıyla 'Şapka Kanunu'na muhalefetten' gözaltına alındı.
İşlemler için yaklaşık 5 saat karakol, sağlık ocağı ve adliye arasında gidip gelen 75'lik dede çıkarıldığı
mahkemece serbest bırakıldı. Gözaltı kararını veren Başsavcı Harun Yılmaz, sarık takmanın suç olduğunu
ileri sürerek, Boral'ı adliyede sarıkla dolaştığı için gözaltına aldırdığını kaydetti. Hukukçular ise Şapka
Kanunu'nun devlet memurları için geçerli olduğunu ve asıl şapka takmayan başsavcının suç işlediğini
açıkladı.
Batman'da 3 Mayıs 2004 günü Toptancılar Sitesi'nde 3 kişinin ölümü, 22 kişinin de yaralanmasıyla
sonuçlanan patlamada dükkânı zarar gören Salih Boral, site esnafınca TÜPRAŞ hakkında açılan davanın
duruşmasını izlemek üzere Batman Adliyesi'ne gitti. Duruşma bitiminde adliyeden ayrılmak üzere olan Boral,
neye uğradığını anlayamadan polis tarafından gözaltına alındı. Başsavcı Harun Yılmaz'ın talimatı üzerine
yakalanan ve hakkında Şapka Kanunu'na muhalefetten hazırlık soruşturması başlatılan Boral'ın sarığına
mahkemece el konuldu. Bir buçuk metre uzunluğundaki sarık suç delili olarak zabıtlara geçti. Hakkında
hazırlık dosyası oluşturulan Boral ile ilgili dava açılıp açılmayacağına nöbetçi savcılık karar verecek.
Duruşma salonunda ve adliye koridorlarında sarığının cebinde olduğunu söyleyen Boral, olayın kendisini çok
üzdüğünü söyledi. Adliye polisinin uyarısı üzerine sarığını cebine koyduğunu ve duruşma sonuna kadar
çıkartmadığını dile getiren Boral, başına gelenleri, "İçeri girerken bir polis beni uyardı. Polisin uyarısı üzerine
sarığımı cebime koydum. Duruşma bitiminde bahçeye çıktık. Basın mensupları diğer arkadaşlara bir şeyler
soruyordu. Fotoğraf çektik, daha sonra bahçede sarığımı taktım, adliyeden çıkmaya hazırlanırken, bir polis
geldi `Amca bizimle geleceksin.´ dedi." cümleleriyle anlattı.
"(...) Polislerin beni suçlu gibi götürüp getirmesine çok şaşırdım ve üzüldüm. Yaşadığım heyecan nedeniyle
tansiyonum 18'e kadar çıktı. Herkes üzüldü, beni götüren polislerden biri bile `Amca benim de babam böyle
sarık takıyor. Üzülüyoruz; ama ne yapalım elimizde bir şey yok.´ dediler. Bu nasıl bir uygulama
anlayamadık." (...)
**********
KAYNAK: Zaman gazetesi, "75'lik dede, Şapka Kanunu'na muhalefetten gözaltına alındı", 8 Mart 2005




ATATÜRK TARAFINDAN Prof. Dr. Afet İNAN'A YAZDIRILAN "MEDENİ BİLGİLER" KİTABINDAN


Bakmadan önce okuyunuz: Muhalif olacak arkadaşlar ve inanamayan arkadaşlar için, bu raporların M. Kemal
Paşa'ya ait olduğunun resmi devlet raporunun bulunduğunu ve Afet Inan'ın "Medeni Bilgiler" adlı eserinde de
mahfuz olduğunu hatırlatmak isteriz. Aynı zamanda Doğu Perinçek de, 2000'e Doğru dergisinde
yayınlamıştır. Yani kimse "bunlar uydurma" demesin! Ayrıca, "o olmasaydı" ile başlayıp ".....olurdu" ile biten
cümleler de kurmayınız. Zira bu, vaki olmasını derpiş ettiğiniz durumu, kendi eşrafınıza olan
güvensizliğinizden kaynaklandığını gösterir







KEMALİZMİN ŞAPKA ZULMÜ


(Fotoğraf: Kayseri'de Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymemek için istifa eden Hacı
Abdullah ve üç arkadaşının Ankara Istiklal Mahkemesi'ne sevki kararı. 2. dipnot: [2])
22 Kasım'da Kayseri'de halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört sarıklı arkadaşının
yönlendirmesiyle yapılan yürüyüşten sonra 300 sarıklı tutuklandı.[1] Şapka kanunu "çıkmadan bir gün önce"
Şeyh Ahmet Efendi ve arkadaşları 25 Kasım'da Istiklal Mahkemesinin şehre gelmesiyle yargılanmaya
başlanmıştır.
Mahkeme, Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymek istemediği için istifa ettiği iddia edilen
Hacı Abdullah ve 3 arkadaşının muhakemesine Ankara'da devam edilmesine karar verdi.[2] Muhakeme
sonucunda Şeyh Efendi ve dört arkadaşının idam edilmesine karar verildi.
(KANUNDAN "ÖNCE" TUTUKLANIYORLAR VE IDAM EDILIYORLAR. KANUN ÇIKMAZDAN EVVEL
GERIYE DÖNÜK EYLEMLER SUÇ SAYILAMAZ, BU BIR HUKUK KAIDESIDIR... AMA IDAM
EDILIYORLAR.)
"Şapka Iktisası Hakkında Kanun'un TBMM'den çıktığı gün Erzurum'da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka
giyilmesine, tekkelerin kapatılmasına karşı Vali'nin evi önünde; "Biz gâvur memur istemeyiz" diye bağırarak
yaptıkları gösteri ile Erzurum'da ilk olaylar patlak verdi. Göstericiler silah zoruyla dağıtıldı. Ilk iş olarak da
gösteriye ön ayak oldukları anlaşılan 27 kişi tutuklandı.[3]
Bu olay üzerine M. Kemal ve adamlarının borazanlığını yapan Cumhuriyet gazetesi şunları yazdı:
"Erzurum'da bir iki softa, birkaç serseri inkılâbımızın ifadesi olan Türkiyat-ı Içtimaiyemize karşı nümayişe
(gösteriş) sevk etmiş. Devlet görevlilerini (Valileri), gâvur kabul etmişlerdir. Bu inkılâplar vücut bulacak
değildir, vücut bulmuştur. Erzurum'da nümayişin yapıldığı gün TBMM'den şapkanın mecburiyeti hakkındaki
kanunun çıkmış olması kadar kudret-i inkılâp ifade eyleyecek bir hadise olamaz. Önümüzdeki hadise bir
irtica hadisesidir."[4]
M. Kemal'in dönemi, okullarda anlatıldığı gibi "günlük gülistanlık" değilmiş meğer... Bir şapka uğruna ne
ocaklar sönmüş.
**********
Devam edecek inşaallah...
**********
KAYNAKLAR:
[1] Cumhuriyet gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.
Ayrıca bakınız: Ergun Aybars Istiklal Mahkemeleri. Ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa
343.
Ve: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara: 1972., sayfa 157.
Ve: Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve Iktidar 1, Ikinci baskı, Ankara Nehir Yayınları, 1991,
sayfa 145.
[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 16.71.4. **Bakınız: Fotoğraf**
Ayrıca bakınız: Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri 1923–1927, Ankara 1982, sayfa 304–305.
[3] Türk Ili gazetesi, 26 Kasım 1925, sayfa 1.
- Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30 Kasım 1925.
Ayrıca bakınız: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara
Yurt Yayınları, 1981, sayfa 152.
Ve: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930, Ankara 1972, sayfa 156.
Ve: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, 1998, sayfa 343.
[4] Cumhuriyet gazetesi, 27 Kasım 1925.


ATATÜRK, GERÇEKTEN DE DİNDAR MIYDI?